Çocuklarda Öğrenme Güçlükleri
Okul öncesi eğitimden sonra eğitim hayatının başlangıcı olan birinci sınıf, hem minik öğrenciler hem de aileleri için hiç tartışmasız büyük bir dönüm noktasıdır. Hâlihazırda uyum haftasını atlatmış ve birinci sınıftaki ilk aylarını yeni tamamlamakta olan öğrencilerin çoğu için özellikle okuma yazmayı
öğrenme çalışmaları büyük bir heyecan oluşturuyor.
Bu heyecana adım adım dörtişlem gibi temel matematik bilgilerini öğrenmenin heyecanı da eklenecek ve sınıflarda minik parmaklarla pürdikkat yapılan hesaplamalara bol bol şahit olunacak. Tabii, hayatın her alanında olduğu gibi bu süreçte de kişisel farklılıklar devreye girecek ve her biri birbirinden özel olan çocuklarımız akademik basamakları farklı hızlarda atlayacaklar.
Bu noktada esasında normal hatta normalin üstünde bir zekâ düzeyine sahip olan bazı çocukların beklenmedik şekilde zorluklarla karşılaştığını görebiliyoruz. Dersler haricinde zehir gibi olan bazı minikler, okuma yazma veya matematiksel işlemleri öğrenmede bir türlü başarı gösteremeyebiliyor.
Böyle çocukları büyük bir yanılgıyla “Zeki ama çalışmıyor.” diye tanımlamadan önce belki de çocuğun elinden geleni yaptığını ama altta yatan başka bir sebep olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Yalnızca okumayı, yazmayı veya matematiksel beceriyi etkileyen “özgül öğrenme güçlüğü” toplumumuzda yeterince bilinmiyor.
Okul yaşındaki çocukların yüzde 5-15’i bir öğrenme engeliyle karşılaşmaktadır. Dolayısıyla sayısı bir milyonu aşkın çocuğun eğitim hayatına yeni adım attığı bu dönemde, özgül öğrenme güçlüğü hakkında farkındalık sahibi olmamız büyük önem taşıyor.
Bu çocukları olabildiğince erken tespit ederek eğitim hayatındaki özel ihtiyaçlarına yönelik desteği sunmak, hem bireysel bağlamda hem de eğitim sistemimizin başarısında büyük bir fark oluşturacaktır.
Elbette okur yazarlık ve eğitime adaptasyon yolundaki her tökezlemeyi özgül öğrenme güçlüğü olarak sınıflandıramayız. Özgül öğrenme güçlüğü kapsamına giren okuma, okuduğunu anlama, heceleme, yazılı ifade, sayısal kavramları öğrenme, hesaplama ve matematiksel düşünme alanları birçok çocuk için çeşitli nedenlerle zorlayıcı olabilir.
Özgül öğrenme güçlüğünde ise bu alanlardan en az birinde bir türlü aşılamayan bir problem vardır. Güçlüğün, çocuğa ilgili alanda doğru yardım sunulmasına rağmen en az altı ay süre boyunca direnç göstermesi ve bu süreçte çocuğun okuldaki performansını ve günlük hayatını belirgin düzeyde etkilemesi söz konusudur.
Bununla birlikte, güçlüğe neden olabilecek diğer faktörlerin de dışlanması gerekir. Öncelikle, çocuğun zekâ gelişiminde, görme ve işitme duyularında bir sorun olmadığından, ders başarısını etkileyebilecek nörolojik veya psikolojik bir rahatsızlığı bulunmadığından emin olunmalıdır.
Bunun yanında ekonomik ya da çevresel dezavantajların, eğitimdeki aksaklıkların ve eğitimde kullanılan dili anlama ve konuşmadaki zorlukların da rol oynayabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, eğitim hayatında zorlanan çocukların kapsamlı bir biçimde değerlendirilmesi kritik öneme sahiptir. Böyle bir değerlendirmenin sonucu özgül öğrenme güçlüğüne işaret ettiğinde öğrencinin zayıf ve güçlü yönlerine odaklı daha detaylı müdahaleler mümkün
olacaktır.
Özgül öğrenme güçlükleri, etkilenen alana (okuma yazma ve/veya matematik) bağlı olarak sırasıyla disleksi, disgrafi ve diskalkuli olarak üç ana başlıkta sınıflandırılmaktadır.
Disleksi
Özgül öğrenme güçlükleri arasında yüzde 80’lik bir oranla en yaygın olan ve halk arasında da en yüksek bilinirliğe sahip olan disleksi, toplumun yaklaşık yüzde 20’sinde çeşitli düzeylerde mevcuttur.
Şu an bu satırları okurken harflerin daha ilk bakışta nasıl anlam ifade eden kelimeler hâline geldiğini bir düşünün. Disleksili çocuklar ise bazen kelimeleri sayfanın üzerinde yürüyormuş gibi gördüklerini söylerler. Bu çocuklar için bir sayfa üzerinde gördükleri harfleri duydukları seslerle eşleştirmek çok zordur. Bunun sonucunda okuma genelde hatalı ve yavaş olup yüksek çaba gerektiren ve dolayısıyla akıcı olmayan bir beceri hâline gelir.
Alfabeyi öğrenmek, kelimeleri doğru telaffuz etmek ve yazıyla doğru ifade etmek de oldukça güçtür. Çocuklar hiç fark etmeden harflerin sırasını ters yazabilir, birbirine benzeyen b ve d, u ve n gibi harfleri devamlı karıştırabilir.
En basit kelimelerin dahi tekrar tekrar yanlış okunması ve yazılmasının, çocuğun durumundan haberdar olmayan ebeveynlerin ve öğretmenlerin olumsuz tepkilerine neden olması muhtemeldir. Okuma ve yazmayı sökmekte yaşıtlarından geri kalması, sınıfta sesli okuma yapamaması, ödevlere ayak uyduramaması ve derslerdeki genel başarısızlığı, sebebi bilinmediğinde çocuğun öz güvenini ve sosyal ilişkilerini de büyük oranda etkileyecektir.
Disgrafi
Disgrafi, kişinin okumada herhangi bir problemi olmamasına rağmen düşüncelerini kâğıda aktarmada karşılaştığı zorlukları ifade eder.
Bu alandaki güçlükler kelimelerin doğru yazımını, dil bilgisini, imla işaretlerini ve el yazısının okunaklılığını kapsamaktadır. Tahtada yazanları deftere aktarma, ders esnasında not tutma, sınav kâğıdını doldurma gibi yazıya dayalı becerilerde yaşanan güçlük, bu öğrencilerin okuldaki ve yazılı iletişimdeki başarısı bakımından önem taşımaktadır.
Diskalkuli
Diskalkuli yani matematik öğrenme güçlüğü ise sayısal ilişkileri kavrama, matematiksel bilgileri ezberleme, matematiksel düşünme ve problem çözme alanlarını kapsayabilir.
Çocuklar sayıları ters ya da baş aşağı biçimde, bozuk şekillerle ya da yanlış sırada yazabilirler. Artı, eksi gibi matematiksel sembolleri tanımayı ve doğru yazmayı başaramayabilirler. Bölme, çarpma, kesir gibi ifadelerde sayıların yerleşimini doğru yapamayabilirler. Özellikle yüksek basamaklı sayılarda daha çok zorlanabilirler. Diğer öğrenme güçlükleriyle bir arada görüldüğünde matematik problemlerini okuyup kavrama, gerekli matematiksel işlemi uygulama ve yazıyla doğru ifade etme süreci son derece zorlayıcı bir hâl alabilir.
Özgül öğrenme güçlüklerinin ortaya çıkma nedeni henüz netleştirilememiş olmakla birlikte genetik bir temeli olduğu düşünülmektedir. Beyin üzerinde yapılan çalışmalar bu kişilerin sinir sisteminde yapısal ve işlevsel farklılıklar olduğunu göstermektedir. Beyindeki bu farklılıklar; bilgilerin görsel-işitsel olarak algılanmasını, işlenmesini, kaydedilmesini ve ifade edilmesini etkileyerek öğrenmede bahsedilen güçlüklere neden olmaktadır.
Öte yandan, beyindeki bu farklılıkların bir rahatsızlık yahut eksiklik olarak görülmemesi gerektiğini, çünkü kişilerin düşünce biçimi üzerinde çeşitli olumlu etkilerinin de bulunduğunu savunan birçok çalışma vardır. İlginç bir şekilde günümüzdeki veriler ışığında Leonardo da Vinci’nin de disleksiye sahip olduğuna inanılıyor.
Defterlerinin yazım bakımından hatalarla dolu olduğu, aynı kelimeyi dokuz farklı şekilde yanlış yazdığı görülüyor. Da Vinci’nin icatlarının ve sanat eserlerinin yansıttığı sıra dışı düşünce tarzı ve deha belki de beyin yapısındaki bu farklılıktan ileri geliyordu. Bunu destekler şekilde, disleksiye sahip olmanın keşifsel öğrenme ve sanatsallık bakımından avantajlar sunduğunu öne süren birçok kanıt bulunuyor.
Daha da ilginçtir ki yazar Agatha Christie’nin ince bir zekâyla kurgulanmış orijinal romanları da disleksi belirtilerine sahip bir aklın ürünüdür. Hatta yazarın roman taslaklarını yazma ve okumaktaki yavaşlığının bir avantaja dönüşerek hikâyelere derinlik katan detaylar için zaman oluşturduğu düşünülüyor. Daha birçok meşhur roman yazarında da disleksi belirtileri görülmesi, farklı beyinlerin esasen ne kadar etkileyici fikirler üretebildiğini vurguluyor.
Bunun yanında, disleksili bireylerin sosyal ve duygusal becerilerinin toplumun geri kalanına göre genel olarak daha ileri olabileceği tahmin ediliyor ve bu bireylerin öz farkındalığının ve duygusal yanıtlarının daha yüksek olduğunu gösteren bulgular mevcut. Disleksinin dezavantajlarına eşlik eden avantajlar hâlen araştırma konusu ve bu alandaki gelişmelerin gecikmeden eğitim sistemine yansıtılması büyük önem arz ediyor.
Çünkü bir kısmı esasen üstün zekâlı olan bu kişiler doğru yönlendirmeyle potansiyellerini gerçekleştirdiğinde toplumda tarihte iz bırakması mümkün bireyler hâline gelebilir.
Disleksili bireylerin sahip olduğu keşifsel yeteneklerin geçmişte yani hayatın masa başında değil de doğal ortamlarda geçtiği dönemlerde, insan topluluklarının hayatta kalmasına katkıda bulunduğu iddia ediliyor.
Peki, hayatın ağırlıklı olarak masa başında geçtiği ve çocukların âdeta gözlerini dünyaya açtıkları anda rekabetçi bir eğitim furyasına kapıldığı toplumlarda özgül öğrenme güçlüklerine sahip çocuklara nasıl yardımcı olabiliriz?
Özgül öğrenme güçlüklerini ortadan kaldıran bir tedavi ya da ilaç bulunmamakla birlikte, çoğu zaman bu durumun başarıyla yönetilmesi mümkündür. Erken müdahale, özgül öğrenme güçlüklerinde kilit öneme sahiptir çünkü sorunlar ne kadar erken tespit edilirse müdahaleler o kadar daha etkili olacaktır. Ne yazık ki disleksi genellikle ikinci sınıfta ya da daha sonra tanı almaktadır ve bu noktada müdahalelerin en etkili olacağı zaman aralığı kaçırılır.
Farkındalığın büyük bir rol oynadığı erken tespit sayesindeçocukların okul hayatında uzun süre kopukluk yaşamasını ve buna bağlı olarak öz güvenlerini kaybetmesini engelleme imkânı olacaktır.
Tespiti takip eden müdahalelerde öğrenme güçlüklerinin düzeyi belirleyici olmaktadır. Hafif düzeydeki öğrenme güçlüklerinde bir ya da iki alanda öğrenmede güçlükler görülmekle birlikte çocuğun bunları telafi etmesi mümkündür. Disleksi gibi bir özgül öğrenme güçlüğüne sahip olduğu hâlde bunu bilmeden yetişkinliğe erişen birçok birey vardır.
Orta düzeydeki öğrenme güçlüklerinde öğrenmede ciddi zorluklar görülür ve bir miktar özel öğretimin yanı sıra günlük hayatta da bazı destekleyici adımlar gerekebilir. Yüksek düzeydeki öğrenme güçlüklerinde ise birden fazla akademik alanda şiddetli güçlükle karşılaşılır. Bu seviyede, öğrenciye eğitim hayatı boyunca yoğun özel öğretim sunulmalı ve buna rağmen yüksek akademik performans gösteremeyebileceği göz önünde bulundurularak meslek planlaması yapılmalıdır.
Bu bireylere sunulan özel eğitimde aynı anda işitme, görme, dokunma gibi birden fazla duyuyu kullanan öğretim yaklaşımları tercih edilmektedir. Bu tür eğitimler, özgül öğrenme güçlüğü alanında uzmanlaşmış eğitimciler tarafından sunulmalıdır. Her bireyin güçlü ve zayıf olduğu noktalar farklı olduğundan, kişiye özel destek sunulması elzemdir. Bununla birlikte, yazıyı sese, sesi yazıya dönüştüren bilgisayar uygulamalarından, sesli kitaplar gibi teknolojik imkânlardan yararlanılabilir.
Özellikle yeterli desteği alamadıklarında, öğrenciler derslerde karşılaştıkları zorluklar sonucunda duygusal sorunlar da yaşayabilirler. Derslerde başarılı olmak için yaşıtlarından daha fazla çaba göstermenin getirdiği zihinsel yorgunluk bir yana, sosyal ve duygusal olarak en az yaşıtları kadar olgun olan bu çocuklar için yaşıtlarından farklı olma durumuyla ve uyum problemleriyle başa çıkmak yıpratıcı hâle gelebilir.
Bu noktada, eğitimsel müdahalelerin psikoterapiyle desteklenmesi de son derece yararlı olacaktır. En önemlisi de çocuğun çevresindekilerin ondan vazgeçmeyerek, gösterdiği çabayı takdir ederek ve çocuğun güçlü yönlerini destekleyerek öz güvenli ve başarı motivasyonuna sahip bir birey yetiştirebileceklerini unutmamasıdır.