AileAile PsikolojisiAnne ve BabaÇocuk

Çocuğunuzun hata yapmasına izin veriyor musunuz?

Çocuğum Büyürken...

Çocuğunuzun hata yapmasına izin veriyor musunuz?

Çocuğunuzun hata yapmasına izin veriyor musunuz?
Çocuğunuzun hata yapmasına izin veriyor musunuz?

Bir atasözü var: “Bir musibet bin nasihatten evladır!”.

Bazen öyle anlar gelir ki anlatırsınız anlatırsınız ama çocuğunuz ısrarla hata yapmakta kararlıdır. O zaman ebeveynler olarak geri çekilmemiz gerekiyor. Belki de atalarımızın dediği gibi, “Bir musibet bin nasihatten daha evladır!” kim bilir?

İşin ironik kısmını bir tarafa bırakalım. Hepimiz insanız. Hata yapabiliriz. Kendimi yaptığım bir hatadan dolayı yıllarca suçlarken süpervizörüm Prof. Dr. Hakan Türkçapar, bana dedi ki: “Bu hatandan ne öğrendin Fazilet?” Sanki bu cümleyle tedavi oldum. Çünkü ben mükemmeliyetçi yapısı olan bir bireydim. Hata yapmak, benim kabul edemediğim bir şeydi. Her şeyi önceden planlamalı, öngörmeli ve en iyi şekilde yapmalıydım. Ama bazen hayat sizin planınızı bozabiliyor. Veya o gün iyi gününüzde olmuyorsunuz, hata yapabiliyorsunuz.

İnsan olduğum gerçeğini kabul ederek hata yapma hakkım olduğunu bilmek ve ne öğrendiğimi görmek benim için çok ufuk açıcı oldu. Kim bilir belki de ufkumuzun, hayallerimizin ötesinde bir hayat bekliyor bizi. Çocuğumuz bir hata yaptığında, “Bundan ne öğrendin?” diye sorabiliriz. Bilgelik, yaptığımız hataları bir daha yapmama gayreti gösterebilmekte.

Beş yaşında bir çocuk oyun terapi odasında, “seçici konuşmamazlık” tanısı alıyor. Oyun terapisi odasına onu aldığımda mıknatıslı şekil kart oyununu önüne veriyorum. Karta bakarak karttaki şekli oluşturacak. Şekil bir kız çocuğu. Babası da yanımızda. Şekli oluşturmaya alttan başladı.

Yani kız çocuğunun ayaklarından. Çocuk ve ergenleri takip ederken özellikle bir seans onları ebeveynleriyle birlikte alıyorum. Aralarındaki iletişime, konuşma tarzına ve mimiklerine çok dikkat ediyorum. Aileyi birlikte seansa almak; bir bakış, bir söz, bir cümle terapiyi inanılmaz şekilde güçlendirip kolaylaştırabiliyor. Gelelim beş yaşındaki, “seçici konuşmamazlık” tanısı alan danışanımıza. Babası hemen onu uyarıyor.

Hayır, çocuğu yapmaya ayaklarından değil, başından başlamalısın!” diyerek mıknatıslı şekildeki kız çocuğunun başını yukarıya yerleştiriyor. Çocuk konuşmuyor, ses çıkarmıyor, alttan kız çocuğunu yapmaya devam ediyor ve işini başarıyla tamamlıyor. Bense düşünüyorum: “Bu kadar zeki bir çocuğa şu an müdahale etmenin ne anlamı vardı ki! Gerekli miydi? Ha alttan başlamış, ha yukarıdan. Sonuçta çocuk görevi en iyi şekilde tamamladı.” İşte bunun gibi.

Anneyi dinlediğimde, babanın sürekli çocuğu eleştirdiğini öğreniyorum. Benim için çok şaşırtıcı olmuyor. Ve neden çocuğun başka ortamlarda hiç konuşmadığını da anlamış bulunuyorum.

Çocuklarımızın çocuk olduğunu kabul ederek, hata yapmalarına izin vererek, karşılarında sabrederek, onları hoş görerek ve eleştirmeyerek yanlarında yürümeliyiz.

Çocuğumuz bir proje değil. Danışanlarımdan Ayşe Hanım bir seansta anlatıyor: “Cumartesi günü size gelemeyiz Fazilet Hanım. Çünkü Enes, sabahleyin piyano kursuna gidecek. Oradan çıkıp basketbol kursuna yetişecek. Sonra evde özel öğretmenle dersi var. Bu arada üstün zekâlılar okulunda bir programa da katılmamız gerekiyor.” Çocuklarımızın bu şekilde yarış atı gibi koşturmaları, ebeveynlerin sanırım kendilerine başarılı oldukları hissini veriyor. New York Times/Bestseller olan Hata Yapmama İzin Ver kitabının yazarı Jessica Lahey, ebeveynlerin kendilerini mutlu olmalarına göre değil, başarılarına göre değerlendirdiklerini, dolayısıyla çocukları başarısız olduğunda kendilerini de başarısız gördüklerini söylüyor.

Bu tespit, benim klinik gözlemlerimle de eş değerde. Çocuğumuz lise giriş sınavından çok yüksek aldığında veya çok iyi bir üniversiteye girmeyi başardığında biz de başarılı bir ebeveyn oluyoruz. Onlarla gurur duyuyoruz.

Hiç unutmuyorum, yurt dışında bilinen bachelor’s degree (üniversite diploması) veren özel bir okula başvurmak isteyen bir danışanıma, “Yurt dışında okumak için gerekli işlemlerin neler olduğu konusunda arkadaşlarından yardım isteyebilirsin.” dediğimde, aldığım cevap çok ilginçti: “Asla yardım etmezler! Çünkü bu okullar sınırlı sayıda yabancı öğrenci alıyorlar. Ve ben onların rakibiyim!” Sınıf arkadaşına bile yardım etmeyecek derecede başarı odaklı nesiller yetiştirmek ve çocukların ailelerinin de bu bilgileri birbirlerinden saklamaları, sanırım bu tespitlerimizi doğruluyor.

Çocuklarımız, günlerini sekiz saat ders çalışarak geçirebiliyorlar. Tek isteğimiz iyi bir üniversiteyi kazanmaları. Yani onlar proje çocuklar. Profesör bir beyefendi, üç yaşındaki üstün zekâlı çocuğunun robotik kursuna gitmesini istemiyor. Ya da buna benzer zihinsel aktiviteleri geliştirebilecek projelerde yer almasını istemiyor. Sebebini sorduğumda, “Zaten yeteneği varsa bunları yetişkinlikte de yapar. Ben şu an çocuğumun çocukluğunu doyasıya yaşamasını, robotik kursuna gitmektense sokakta, evde, arkadaşlarıyla ya da oyuncaklarıyla oyun oynayarak geçirmesini tercih ediyorum.” demişti.

Sanırım ben de aynı düşüncedeyim. Peki, siz ne dersiniz? Amerika’da ilköğretim okullarında, “gifted students” olarak adlandırılan bir proje var. Eskiden bütün okullarda bu proje varmış ama artık her okul maliyetinin yüksek olması nedeniyle bu programı oluşturamıyor. O yüzden ekonomik sıkıntı çekmeyen ve başarı seviyesi çok yüksek okullarda devam ediyor.

Nedir bu “gifted students” projesi? Kısaca, başarı seviyesi yüksek öğrenciler için oluşturulan özel bir müfredat. Bu projeye alınabilecek kadar zeki öğrenciler bu müfredatın içine dâhil ediliyorlar, diğer öğrencilerin aldığı derslerden farklı dersler alıyorlar ve öğretmenleri bu dersleri farklı bir öğretim tekniğiyle işliyorlar. Ne yapıyorlar mesela? Doğa gezisine çıkıp kuşları, böcekleri, toprağı, bitkileri, mevsimleri, coğrafyayı, yerinde inceleyerek, gözlemleyerek öğreniyorlar. Farklı şehirleri ziyaret edip tarihini görerek öğreniyorlar. Müzelere gidip tarih, sanat, kültür, bilim, arkeoloji derslerini orada işliyorlar. Deneyimleyerek öğrenme yaptıkları. Bu çocukların ebeveynleriyle tanışma imkânım oldu. Eğer çocukları bu projeye girmeye hak kazandıysa onları “üstün varlık” şeklinde tanıtıyorlardı herkese. “Gel bakalım benim üstün zekâlı oğlum, Fazilet Hanım’a bir selam ver!”, “Evet, Fazilet Hanım, benim üstün zekâlı kızım evde de bana çok yardımcı oluyor!”, “Sizin üstün zekâlı çocuğunuz var mı Fazilet Hanım?”, Bu ve benzeri cümlelerle sürekli çocuklarının etrafında geziniyorlar.

Bir gün bir başka danışanım olan Asiye Hanım’ı çok üzgün gördüm. “Hayırdır!” dedim ama sağdan soldan kaş göz işaretleriyle susturuldum. Bir yakınını kaybettiği geçti aklımdan. Daha sonra öğrendim ki oğlunun dersleri okulda artık eskisi kadar iyi olmadığı için “gifted students’ projesinden çıkarılmış! “Türkiye’de de durum çok farklı değil aslında! Neye kıymet verdiğimizi iyi bilmeliyiz sanırım. Sağlık mı, okul projesi mi? Çocuğumuz mu, el âlem mi? Hayat bir şekilde geçiyor ve çocuklarımız öyle hızlı büyüyor ki anlamıyoruz bile.

Onlarla hayatımızın tadını çıkarmaya bakalım. Eğlendiklerini, mutlu olduklarını görerek mutlu olalım. Hayat zaten zor, bir de ekstra yüklerle onların hayatını daha da zorlaştırmayalım.

İçeriğimizi beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızda paylaşabilir, yazımızın altında bulunan kutucuktan içeriğimize yorum yapabilir yada bir önceki yazımız olan Çocuklarla Koşan Ebeveynler başlıklı yazımızı okuyabilirsiniz.

Yoluyla
Yazar: Fazilet SEYİTOĞLU - Uzman Klinik Psikolog
Kaynak
Kaynak: Diyanet Aile Dergisi Eylül - 2022

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu