Huzurlu Bir Yaşam İçin Evliliğin Önemi
Dinî ve hukukî açıdan çeşitli tanımları yapılan I evlilik ve aile, insan fıtratının gereğidir.
Dinî ve hukukî açıdan çeşitli tanımları yapılan I evlilik ve aile, insan fıtratının gereğidir. Evlenme; “Eşler arasında beraber yaşamaya ve yardımlaşmaya müsaade eden ve taraflara karşılıklı hak ve vazifeler yükleyen bir sözleşmedir” (Aydın, M.Akif, İslam-Osmanlı Aile Hukuku, s. 12), “Birbirleriyle evlenmeleri dinen ve hukuken mümkün olan kadın ve erkeğin, serbest iradeleriyle, hak ve yükümlülük doğuracak şekilde bu iradelerini izhar etmeleri” şeklinde tanımlanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de, nikah akdi, “misak-ı galiz-ağır sorumluluğu olan bir söz” olarak nitelendirilmiştir. (Nisa, 21) Birçok ayet ve hadiste evlenmenin gereğine işaret edilmiştir. (Nur, 32; Rum, 21. Hadisler için bkz. Buhari, Nikah, 2; Müslim, Nikah, 1; Ibn Mace, Nikah, 46)
Yüce Allah insanı şerefli bir varlık olarak yaratmış (Tin, 4), hatta onu yeryüzüne halife tayin etmiş (Bakara, 30) ve verdiği nimetlerle diğer yaratıklara onu üstün kılmıştır. Kendisine nispet edilen, “Sen kendini küçük bir varlık sanırsın ama sende en büyük alem dürülmüş halde mevcuttur.” (El- malılı, VIII, 5936) sözüyle, Hz. Ali bu gerçeği gayet güzel ve veciz bir şekilde dile getirmeye çalışmıştır. Gerçekten o, fiziksel yapısı itibariyle fazla büyük bir kütleye sahip olmasa da, duyu ve duygularıyla, daha öz bir ifadeyle, gönlüyle alem-i ekber (en büyük alem) olarak nitelenecek derecede bir varlıktır. Bu varlığın neslini devam ettirebilmesinde, evliliğin önemi inkâr edilemez.Yüce Allah’ın ilk insanı eşiyle beraber yaratması onun bu ihtiyacının fıtrî (İlâhi ve doğal bir gereksinim) olduğu konusunda biz- lere yeterli fikir vermektedir.
Yeryüzüne ilk insanın ayak basmasından itibaren aile kurumu da oluşmuştu. Bazı sosyologların iddia ettiği gibi ilk aile, içgüdüsel ve rastlantı sonucu oluşmuş değil, aksine Yaratıcı’nın iradesiyle ilk insan, bir aileye sahip olarak yaratılmıştı. Yüce Kitabımız Kur’an, yeryüzünde yaşayan insanların atası olan Hz. Adem’in bir eşe sahip olduğunu ve bu ilk karı-kocanın çocuklarıyla beraber bir aile yuvası kurduğunu haber vermektedir. (Bakara, 35; Maide, 27; A’raf, 19, 23; Ta-Ha, 117-119) “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının…” (Nisa, 1), “Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı.” (Nahl, 72) ayetleri evlenmenin, aile kurmanın fıtrî/doğal gereksinim olduğunu vurgulamaktadırlar.
Evlenme neslin devamı ve korunması için gereklidir:
Evlenme, neslin meşru bir şekilde devamı ve korunması için önem arzetmektedir. Soyu temiz nesiller yetiştirmenin yolu, eşlerin meşru ölçüler çerçevesinde kurdukları aile yuvasından geçmektedir. Dinimizde, neslin korunmasının, temel değerler (zaruriyyat-ı diniyye) arasında zikredilmesi, bu hususun öneminin vurgulanması açısından dikkat çekicidir. Bu nedenle İslam Dini, aile ve aile düzenine büyük önem vermiştir. Kısaca, anne- baba ve çocuklardan oluşan toplumun en küçük birimini meydana getiren bir kurum olan aile, kuşkusuz bundan çok fazla bir muhtevayı içermektedir. Aile, insanın; içinde doğduğu, büyüdüğü ve hayata katıldığı en küçük sosyal topluluktur. O, toplumun çekirdeğidir. Toplum onun niteliğine göre şekillenir. Çekirdek kütlesel olarak küçük gibi gözükür ama potansiyel olarak, varlığın can damarını teşkil eder. Evrendeki her şey böyle değil mi? Ailenin bu “en küçük”lük niteliğine rağmen toplumların temelini oluşturmada “en büyük” role sahip olduğunu söylemek hiç de abartı olmasa gerek. Çünkü toplum, aile dediğimiz ünitelerin biraraya gelmesinden teşekkül eden insan topluluğudur.
Aile huzur yuvasıdır:
Bireyin mutluluğunu temin eden, toplumla birey arasını bağlayan ve onu topluma kazandıran ailenin kurumsal önemini şu ayet-i kerime gayet açık bir şekilde ortaya oymaktadır: “içinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet varetmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.” (Rum, 21) “Eşler yaratılmasının” dolayısıyla evlilik ve ailenin Allah’ın varlığının belgelerinden biri olarak nitelendirilmesi, bir taraftan dinimizin aile kurumuna verdiği önemi vurgulamakta, diğer taraftan da evliliğin fıtratın gereği olduğuna işaret etmektedir. Zaten ilk insanın dünyadaki serüvenine ailesiyle başlamış olması bu durumun fıtratın gereği olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Buna göre aile, öncelikle insanın huzur bulacağı bir yuvadır.
Huzurun vizesi; sevgi ve merhametten geçmektedir. Islâm’da ailenin sevgi ve iyi ilişkiler temeli üzerine oturtulması genel ilkedir. Nitekim Kur’an-ı Ke- rim’de “…Onlarla (eşlerinizle) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilirki siz birşeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmıştır.” (Nisa, 19) buyurulmaktadır. Ra- sulullah (s.a.s.) de, kadınlara güzel davranmayı hatta bu konuda mü’min erkeklerin birbirlerine yardımcı olmalarını önermiştir. Bu bağlamda Peygamber (s.a.s.), “Bir kimse hanımıma kin duymasın. Zira onda hoşlanmadığı huyları varsa buna karşılık, memnun kalacağı huyları da vardır.” (Müslim, Rada’, 63; Müsned, II, 329) ve “Mü’minlerin imanca en mükemmel olanı, ahlâken en güzel olanlandır ve hayırlı olanlarınız da kadınlara karşı hayırlı olanlardır.” (Tirmizi, Rada’, 11; ibn Mace, Nikâh, 50; Müsned, 11, 472) buyurmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in aile hayatı da Müslümanlar için örnek bir model niteliğindedir. Hz. Aişe’den şöyle bir söz nakledilmiştir: “Rasulullah (s.a.s.), kendi ailesinden hiçbir kadına vurmadığı gibi hiçbir hizmetçiyi de dövmemiştir. Yine o, Allah yolunda olma veya Allah’ın yasaklarına saygısızlık gösterilme yahut Allah için intikam alma dışında hiçbir şeye eliyle vurmamıştır.” (Müslim, Fedail, 79; İbn Mace, Nikah, 51; Darimi, Nikah, 34; Müsned, VI, 229)
Kadına vurmanın çirkinliğini göstermek üzere Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz eşini köleye vurur gibi dövüp de, sonra akşam olunca onunla cinsel temasta bulunmasın.” (Buhari, Nikâh, 93; Müslim, Cennet, 49; Tirmizi, Tefsiru Sure, 91; İbn Mace, Nikah, 51) Ancak şunu belirtelim ki, ailede sadece koca değil kadının da eşine karşı saygılı ve haktanır olması önerilmiştir. (Hadisler için bkz. Tirmizi, Rada’, 10; İbn Mace, Nikâh, 3,4; Müsned, IV, 381) Gerçekten yukarıda sözünü ettiğimiz temellerden mahrum ailelerin, bir toplum için kazanç/fayda sağlama yerine külfet getirdiğini görmekteyiz. Böyle bir aile ortamında yetişen çocukların ruhi gelişimlerinin olumsuz yönde etkilendiği gayet açıktır. Bunun yanısıra nice yavruların, anne şefkati ve kucağı yerine sokakların izbe karanlıklarına ve kaldırımları beşik olarak kullanmaya terk edildiklerini görmekteyiz. Bu şartlar altında yetişen çocukların topluma ne derece faydalı olabileceği izaha gerek duymayacak ölçüde açıktır.
Beden ve ruh sağlığı için huzurun vazgeçilmez işlevi hatırlanınca bu yuvanın, insan için nasıl bir önem taşıdığı ortaya çıkacaktır. Bunun ya- nısıra aile, insanca yaşamanın ortamını hazırlamaktadır. Yaratılışı itibariyle yalnız başına yaşayamayan insan, aile ortamının sıcaklığında terbiye edilmekte, hemcinsleriyle ilişki kurabilmekte ve şahsiyetini kazanmaktadır. “Aile terbiyesi”, “aile görgüsü”, “aile şerefi” gibi güncel hayatımızda kullandığımız deyimler, ailenin bu önemli işlevini dile getirmektedir. (Yaman, Ahmet, Islâm Aile Hukuku, s. 12)
Evlenme toplumun ahlâki çöküntüden korunmasında etkindir:
Toplumların ahlâki dejenarasyonunda etkin olan çeşitli etmenler ve etkenler söz konusudur. Çağımızda bu nitelikteki etkenlerin alabildiğine çoğaldığını görmekteyiz. İnsanların sağlam bir ahlâki yapıya sahip olabilmelerine katkı sağlayacak nitelikteki ortamların azaldığını üzüntüyle izlemekteyiz. İşte aile insanların ahlâki çöküntüden korunmak amacıyla sığınabilecekleri ender çevrelerden biridir.
İnsan için cinsel arzu ve istekler, açlık, susuzluk gibi doğal olgulardır.
Ancak açlık ve susuzluğun haram yollarla, hırsızlıkla giderilmesi nasıl çirkin ve yasak ise, cinsel arzu ve isteklerin de meşru olmayan (dine aykırı-haram) yollarla giderilmesi çirkin ve yasaktır. Şunu ifade edelim ki ihlal edilen her yasak/haram, bireysel ya da toplumsal bazda bir zarar, çöküntü, bozulma olarak karşımıza çıkmaktadır. Akl-ı selim hiçbir kimse zinayı, fuhşu, kadınların bir cinsel meta’(obje ) gibi kullanılmasını tasvip edemez. Bu tür ilişkiler neticesinde zaman zaman kanlar akıtılmakta, hayatlar sönmekte, yuvalar dağılmakta, dostluklar bozulmakta, çocuklar ailesiz kalmaktadır. Başlangıcı itibariyle iki birey arasında cereyan eden bu hadise zamanla kitlesel bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle dinimiz cinsel arzu ve isteklerin karşılanması için tek meşru yol olan evliliği öngörmüştür (Nur, 32) “…Onlar (kadınlar) sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz…” (Bakara, 187) ayeti gayet veciz bir şekilde eşlerin birbirlerini koruyucu, birbirlerini tamamlayıcı olduklarını dile getirmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ” Ey Gençler topluluğu! Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse, evlensin. Çünkü evlenme, gözü ve iffeti harama karşı daha fazla koruyucudur. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü oruç, gerçekten şehveti iyice kırıcıdır.” (Buhari, Nikah, 2) hadisini bu bağlamda düşünmemiz, bize evliliğin gereği konusunda yeterli fikir verecektir.
Evlenme denge unsurudur:
Yüce Allah, evrendeki hemen her şeyi bir denge çerçevesinde yaratmıştır. “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahman, 7-8) ayeti bu dengeyi vurgulamaktadır. Dolayısıyla insanın evlenmesi, aile kurması, cinsel arzu ve isteklerini meşru çerçevede gidermesi de kişisel ve toplumsal bir denge unsurudur. Rasulullah (s.a.s.)’ın hayatından aktaracağımız şu örnek aslında hemen her konuda dengeli olmamız başka bir ifadeyle fıtratı zorlamamamız gerektiği konusunda bizlere yeterli fikir vermektedir. Sahabeden üç zat Hz. Peygamber’in ibadetini öğrenmek üzere onun zevcelerinin evlerine gidip istedikleri bilgiyi aldıktan sonra, daha çok ibadet etmeleri gerektiği kanaatına vardılar. Onlardan birisi: Gecelerin tamamını namazla geçireceğini, diğeri yıl boyunca oruç tutacağını, üçüncüsü de, kadınlardan uzak durup hiç evlenmeyeceğini söyledi. Onlar böyle konuşurken yanlarına Hz. Peygamber gelerek: “Siz şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz. Bilmiş olunuz ki vallahi ben Allah’tan en çok korkanınız ve en fazla korunanınızım. Ancak ben bazen oruç tutarım bazen de tutmam. (Gecenin bir kısmında) namaz kılarım ve (bir bölümünde ) uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (İşte benim yolum, budur). Artık benim yolumdan kim yüz çevirirse benden değildir” (Müslim, Nikâh, 1) buyurdu. Bu hadis bize hemen her konuda denge unsurunu dikkate almamız gerektiğini ifade etmektedir.
Evlenme karşılıklı hak ve yükümlülükler doğuran bir sözleşmedir:
Kur’an-ı Kerim, kocanın karısı, hanımın da kocası üzerinde birtakım haklarının bulunduğunu bildirmekle (Bakara, 228; Nisa, 4; 20-21; Talak, 7) birlikte bu hakların “neler” olduğu konusunda ayrıntıya girmek yerine “maruf1 ölçütünü getirmektedir. Maruf; İslâm toplumunun anlayış, ihtiyaç ve geleneği çerçevesinde oluşan, gerektiğinde değişen ve gelişen esnek bir ölçüttür. Tabii burada kişinin bireysel durumu da marufun çerçevesinin belirlenmesinde etkin olacaktır. Örneğin kocanın ekonomik durumu kadının taleplerinin sınırlanmasını etkileyen bir unsur olabilir. Kur’an-ı Kerim prensip olarak erkeklere kadınlarla iyi geçinmeyi tavsiye ederek (Nisa, 19) evlilik bağının korunmasında kocaya daha ağır bir sorumluluk yüklemektedir. (Nisa, 34) Taraflar arasında geçimsizlik söz konusu olduğunda da taraflara sabır ve hoşgörüyü öğütler (Nisa, 19), topluma da hakemler (arabulucular) vasıtasıyla eşlerin arasını bulma görevi yükler. (Nisa, 35)